Ağaç dikmek ya da kesmek; Can vermek ve can almak...Ağaç dikmek… Tohum ekmek… Belki kendi ömrün boyunca büyüdüğünü göremeyeceğin bir bitkiye, canlıya hayat vermek… Bazen bazı yerlerde tatlı uyarılar görüyorum: “Yediğiniz bir meyvenin çekirdeğini toprağa belli bir derinliğe gömün, ‘can suyunu’ verin, bırakın hayat bulsun…”
 Samed Behrengi’nin ‘Bir Şeftali Bin Şeftali’sini okuyanlar var mı aranızda? Geleceğe, kendi çocuklarınıza, ülkenizin, topraklarınızın çocuklarına bırakmak için bir canlıya hayat vermek ne kadar güzel olmalı… Onun bir gün meyve verdiğini görmek belki… Yenmeyen bir ürün veriyor olsa bile onun ‘canını’ hissetmek… Bir gün gölgesinde serinlemek, ne bileyim?
İnsanın ‘bir dikili ağacının’ olması belki sonradan anlam değiştirmiş, bu dünyada of of of, evinizin, arabanızın, arazinizin, maddi şeylerinizin olması şeklinde algılanıyor. Ama gerçek ‘bir dikili ağaç’ ne kadar önemli, ne kadar değerli. “Bunu dedem, anneannem dikmiş” der çocuklar, sevgiyle sarılırlar ona. Bir ağaca sarılmanın mutluluğunu tatmak gibisi var mıdır? ‘Asırlık çınar gibi’ deriz sağlam insanlara. O kadar sağlamdır onlar. O kadar sağlamdır o ağaç. Ama hep şunu düşünüyorum birkaç aydır: Onları kendi ortamlarından alıp başka bir yere götürdüğünüzde ne hissederler? Onları canlıyken kestiğinizde? Canlı onlar, bir hayatları var onların da. Acı duyarlar mı? Acı… Kelime olarak bile can yakıcı…
Bir ağaç dikmeli, bir tohum ekmeli… Ama elinle, ona dokunarak, hissederek… İlk ‘can suyunu’ vererek… İşte o zaman insan gerçekten algılayabilir bunun ne demek olduğunu...
Ben burada konunun belki hem etrafından dolaştım, hem de tam kalbine girdim belki, ne dersiniz? Belgin Elçioğlu, Grafik Saati 27 Ekim 2013 Yazan: Belgin Elçioğlu Blogum Facebook sayfam ODTÜ Rantın yoluna 5000 fidan dikiyoruz etkinliğinden bir kare | 
| |
|