|

Yazan: Doruk Conker Şahin,
Hayata Dair 12 Mayıs 2015
Bir
sabah, yatağım cam kenarına dönük bir şekilde, güneş göz kapaklarımı deliyormuş
gibi uyandım. Kaç yaşlarımdaydım, hatırlamıyorum. Belki 4, belki 4,5.
Parmaklarınızdan kısaydım, saflıklarınızdan büyük. Hoşuma gitmişti güneş. Çünkü
hissetmiş olmalıyım, bundan sonra kimse, onun gibi okşamayacaktı duygularımı.
Gözlerimi açtım. Etrafta sarıya dönük, yeşil ve maviyle karışık hareler görmeye
başladım. En güzeli, hızlıca gözlerimi kırpıştırdığımda dans ediyor oluşlarıydı.
Yataktan kalkmasına kalkmıştım ama zihnen uyanamadığımı sandım. Güneşin benimle
olan bu dansından başka bir şeye odaklanamıyordum. Zorlamıyordum aslında
kendimi. Çocuk aklı işte. Ne eğlenceliyse, yumurtanın sarısını çıkarır gibi, tüm
zevkini çıkarmadan bırakmıyordu.

Evin en büyük odası bana aitti. Kız olduğumdan olsa gerek, ve küçük elbette,
etraf pembelerle çevriliydi. Duvarlarım pembe, fotoğraf çerçevelerim pembe,
raflarım pembe. Her şey pembeydi ve ben, bir an için bu pembeden boğulduğumu
hissettim. Odadan, hatta mümkünse evden dışarı çıkmalıydık. Her zaman kahvaltı
ettiğimiz parka gidip; annem çay, ben süt içerken, yemeğimi güzel yersem
güvercinleri yemleme ve onlarla koşturmaca oyunuma başlamalıydım. İstediğim gibi
de oldu. Evden, oyun kıyafetlerimi giydim ve annemin elini tutarak dışarı
çıktım. Parka vardığımızda canım ne oturduğum sandalyeden kalkmak istedi, ne de
kuşlarla koşuşturmak. Şuan, güneşin gözleri tüm bedenimin üzerindeydi ve ben de,
bedenime parmak uçlarını değdirmesine izin vermiştim.

Her şey bundan sonra başladı. Bugün, annem için bir milat benim için ise sadece
bir devam oldu. Bendeki değişikliği fark edince merakla karışık tedirginliğe
kapılan annem, her şeyi bildiğine inandığı anneanneme götürdü beni. Ama bu, onun
bile çözebileceği bir iş değildi.

Ortaları yok bu anının. Demiştim ya, çok küçüktüm. Beyazlı odalar ve beyazlı
insanlarla tanışmak için daha çok küçüktüm. Hayatı tatmak için henüz, daha çok
küçüktüm. Bu beyazlı adamlar, benim çizgi film karakterlerine benzettiğim bu
beyazlı adamlar, kötü insanlar olmalıydı. Öyle ki, anneme ne söylediler
bilmiyorum. Ancak anneannem bayılacak, annem ise yere yığılacak gibi oldu. Yerin
en dibine yığılacak gibi. Şansı olsa, magmaya kadar inerdi. Konuşmalardan
seçebildiğim tek kelime ‘’erken’’ oldu. Çünkü o kelimenin ne demek olduğunu
biliyordum. Ve o kelimenin, benim en büyük şansım olduğunu hissediyordum.
Kışları hava aydınlıkken, yazları ise karanlıkken uyandığımda, annem ‘’erken’’
derdi. Ve fark ettim ki; ben sadece somut olarak kafamda eşleştirebildiğim
kelimeleri anlayabiliyordum.

O günün üzerinden çok uzun bir süre geçti. Şuan 17 yaşımdayım ve yenmiş
tırnaklarla dibinden kesilmiş saçlara sahibim. Bunları yazana kadar çok kelime
eskittim. İnsanların gerçek yüzlerini, yüzleri arkalarına sakladıkları gerçek
çirkini gördüm. Anneliğin ne kadar kudretli ve muazzam olduğunu ancak herkesin
bu yetiye sahip olamadığını gördüm. Ama benim annem, farklıydı. Bunu tüm
kalbimle hissedip, kulaklarımın her köşesiyle dinledim. 4 yaşımdan 17 yaşıma
kadar çok öğretmen değiştirdim. Ama en büyük öğretmenim annem oldu. Eşyalarla
daha yakından temas kurmaya başladığım vakitler bunu fark eden annem, kendi
lehine çevirmeyi iyi bildi. Cinsiyetimi yavaş yavaş tanımaya başlamamla, annemle
birbirimize makyaj yapmaya başlamamız bir oldu. Burada, vücut uzuvlarımı ve bazı
eşyaların isimlerini öğrenmeye başladım. Suyla oynamayı hep sevdim. Bu yüzden,
yemek pişirirken annemle görev bölümü yaptık ve sebzeleri ben yıkamaya başladım.
Böylece renkleri öğrenmemle birlikte sorumluluk duygum da gelişti. Televizyonu
ise hiç sevmezdim. Reklamlarda sürekli bağıran tiplemeler ve o çok parlak
ışıklar gözüme girip, kulağımı delip sinirlendiriyordu beni. Evde olmadığım
vakitler çoğu zaman diken üstünde yürüyor gibiydim. Dışarıda çok fazla uyaran
vardı ve benim bedenim hepsine karşı fazlasıyla duyarlıydı.

Normal bir çocuk değildim anlayacağınız. İnsanların ‘’normal’’ görüşünü her
zaman merak ettim. Normal-anormal farklılığını neye dayanarak
sınıflandırıyorlardı? Protagoras’a göre ‘’Her şeyin ölçüsü insan’’dı. Sanıyorum
ki, normal insanlardı kastı. Peki, ben. Anormal olarak adlandırdıkları, dışarıda
benden çok daha korkunç insanlar olmasına rağmen yine de gelip benden
korkmaları, 4 yaşımdan beri etrafıma duvarlar örülmüş bir şekilde yaşamamı, daha
sonra o duvarları bilerek kendi kendime kalınlaştırmamı, kim açıklayacaktı?
Benim ölçüm neydi? İnsanların önyargıları mı?
Yazan: Doruk Conker Şahin
Doruk Conker Şahin yazılarından seçmeler
Otizm - Doruk Conker Şahin yazdı
Alkım Eylül Cansın anısına - Doruk
Conker Şahin yazdı
Diğer otizm yazılarından seçmeler
Otizm - Doruk Conker Şahin yazdı
2 Nisan dünya
otizm farkındalık günü - İrem Afşin yazdı
Sizin çocuğunuz nasıl? - Banu
Conker yazdı
Diğer makale,
araştırma ve yazılardan
|